…
Bir zamanlar dünya şiir gibiydi…
Şiraz’ın gül bahçelerinde bülbül sesleri su seslerine karışırdı.
Sevgi sözcükleri müzik nameleriyle süslenirdi.
İnsan mutluydu.
…
Bir zamanlar dünya resim gibiydi…
Gece yükselen ay ve yıldızlar karanlıkta nice güzellikler aydınlatırdı.
Gökyüzünde sabah doğan güneşin parlaklığı akşam batarken bulutları kızıl mavi renklere boyardı.
İnsan huzurluydu.
…
Bir zamanlar dünya sırlarla dolu bir öykü gibiydi…
Öykülerde mucizeler vardı.
İyiliğin kötülüğe galip geleceği, şövalyenin ejderhayı yeneceği bilinirdi.
…
Bir zamanlar insan çocuklar gibiydi…
İçi umut ve heyecanla dolu.
Yaşamı anlamaya ve tanımaya çalışan, saygılı, inançlı ve cesur.
…
İnsanın kendine yaptığı en büyük kötülük, inancını kaybedip korkuya kapılması oldu.
…
Dünyanın şiiri sustu, resmi soldu, öyküleri durdu.
Dünya sessizce bekledi, insanın tekrar hatırlamasını.
Çünkü, biliyordu; insan hatırladığında, gücünü geri alacak, yine değişecek ve değiştirecekti…
O zaman niyet etti: “İlk önce inancını hatırlasın!” dedi.
İnansın, hem kendine hem de yaşamın gücüne.
Sevsin, hem kendini hem diğerlerini.
Korusun, yaşam verenleri ve bekleyenleri.
…
İnsan, kitabın ilk sayfasını okudu, sonra tekrar okudu ve tekrar ve tekrar.
Bu kendini yineleyen bir döngüydü.
Her gün sanki bir önceki ile aynı.
Bir sonraki sayfa neden yoktu?
Anlam veremedi.
O zaman niyet etti: “İlk önce cesur olmalıyım!” dedi.
Adım atmalıyım, bu anlamsız döngünün dışına, kitabın bir sonraki sayfasına, yaşamın bir sonraki gününe.
Sevmeliyim, hem kendimi hem diğerlerini.
Ve değer vermeliyim, yaşam verenlere ve bekleyenlere.
…
Dünya dedi ki: “Bu benim öyküm!”
İnsan dedi ki: “Bu benim öyküm!”
Ve her ikisi de doğru dedi; bu içiçe birbiriyle dans ederken yazılan iki öyküydü…
…
Bu senin öykün.
Bu dünyanın öyküsü.
Bu yaşamın öyküsü.
Her bir sözcüğü özenle seç,
İçine güzellik, umut ve heyecan kat,
Çocuksu bir merakla büyüt,
Sevgi ile besle,
Ve cesaret ile koru.
Şimdi, bir sonraki sayfaya geç ve öykünü yazmaya başla…
…
Ama önce bilmen gereken bir şey var, bir tılsım!
Korkular, endişeler ve kuruntular tıpkı kitapları yiyen kurtçuklar gibi senin öykünün kelimelerini de yok etmek istediklerinde cesur ol, inancını çağır ve de ki:
“Ya Kebikeç! Benim öykümün her bir sözcüğünü koru!”
Bil ki tüm tılsımlı sözcükler sadece senin seslenmeni bekliyorlar.
* “Ya Kebikeç, ihfazu’l varak!” -Ey Kebikeç, kağıdı koru!- : Osmanlı zamanında el yazması kitapların üzerine bu söz yazılırdı. Korunmak istenilen şeyler ise kurtçuklardı. Kebikeç’in kitap kurtlarının şahı olduğu ve ona bu yakarış ile kitabın bu kurtlardan kurtarılacağına inanılırdı…