‘Sanki pamuklar içinde yumuşacık geliyorlar dünyaya’ diyordu doktor…
Anlattığı sezeryan doğumların kolaylığıydı, hem annenin korkularını ve acılarını ortadan kaldırıyor hem de bebeğin yumuşacık kolay doğmasını sağlıyordu…
Peki, neden doğal doğum dedikleri sancılıydı? Neden anne doğum sancısı başlamadan, su kesesi boşalmadan anlayamazdı bebeğin vaktinin geldiğini? Nedendi bunca telaş bunca zamandır?
Doğal doğum buysa, doğanın bir kastı mı vardı tüm o annelere tüm o bebeklere?
Hikâyeye bakarsanız, kadına bir kastı vardı elbet… Cennetten kovulan kadının doğumu sancılı olacaktı ve bu dünyaya gelen her bebeğin doğabilmek için ta en baştan bir emek vermesi gerekti. Annenin koruyucu rahminden başlayan yolculuk çabasız çıkış sağlamıyordu hiçbir bebeğe, çıkarken de başaşağı düşmek vardı dünyaya…
*
‘Nasıl bulduysan öyle bırak!’
‘Bu da nerden çıktı şimdi?’ diyorsunuz belki de… Bu cümle bu konuya ait değil. Memleketin tuvaletlerinde görürüz sıklıkla çünkü. Çoğu kişi de görmezden gelir, görmek istemez, umursamaz bu uyarıyı. Hiç üstüne alınmaz, kendisine söylenmiyordur, ya bir öncekine ya da bir sonrakinedir tüm ikaz…
‘Bırakmazsam ne olur?’ Benim işim bittiğinde, arkamı dönüp gittiğimde -umurumda da değilse- bırakmazsam ne olur…
*
Çocuk büyütenler bilir, küçük yaşlarda başlayıp, ‘ağaç yaşken eğilir’ misali öğretmek gerekir her şeyi. Siz küçük fidanlarınızı nasıl büyütürseniz, büyüdüklerinde seyredeceğiniz bahçeniz öyle olacaktır.
Hangimiz hatırlamayız annelerin kulaklarda çınlayan sözlerini, ‘Yavrum tabağını kaldır sofradan’, ‘Yatağını topla kalınca’ ya da ‘Böyle dağınık bir odada nasıl buluyorsun aradığını’, gereksiz gelir çoğu gence.
Halbuki, sofradan tabağını kaldırmayan nasıl tamamlıyordur başladığı işleri, sabah yatağını toplamayan zihnini nasıl topluyordur gün boyu, dağınık odamda her şeyi bulurum istediğimde diyen yaşamının dağınıklığında aradığına nasıl ulaşıyordur?..
Siz nasıl yaşarsanız yaşamınız öyle olur…
*
Japonları seviyorum, ruhuma iyi geliyorlar. Sadelikleri, çalışkanlıkları, düzenleri, özenleri, yaşamı güzelleştirmeleri, geliştirmeleri iyi geliyor. Onların da zayıf yönleri yok mu? Elbette var. Yaşam denge ister. İki yanlışın bir doğruyu götürmediği bu dengede ne zaman eksik, zayıf yönünüzü görseniz onu düzeltip orta yolu bulmanızı bekler.
Her sabah yeni güne uyandığınızda, günün yeni olduğunu fark edip coşkuyla karşıladığınızda,
Yediğiniz her yemekte, sunulan sofra için teşekkür edip saygıyla kurulanı topladığınızda,
Kullandığınız eşyalara size sundukları rahatlık ve konfora karşılık özen gösterdiğinizde,
Bu ufacık şeyleri, kolayca gözden kaçan detayları görüp değiştirdiğinizde,
Belki siz de değişir, yaşamınızı değiştirir, güzelleştirirsiniz.
*
İnsan seçebilir. Hoyratça yaşamayı ya da zarafetle yaşamayı seçebilir…
Geçen gün seyrettiğim bir belgeselde, bir tür maymunun hayatı gösteriliyordu. İnsana benzerlikleri her zaman bizi şaşırtan maymunlar becerikli ve akıllılar, alet kullanabiliyor, öğrenebiliyor ve yaşam kalitelerini artırabiliyorlar.
Bu tür çoğunlukla böcek, ufak hayvanlar ve kabuklu yemiş ile besleniyordu. Ellerindeki küçük taşlarla yemişleri bir kayanın üstünde kırıp kolayca yiyebiliyorlardı. Taşı sertçe vurduklarında yemişi kırmak kolaydı…
‘Başka bir tür daha vardı, onlar taşı zarifçe vurup yemişi kırıyorlardı’ dedi.
Ne tuhaf, bir tür diğerine göre daha kaba ve hoyrat. Oysa bize göre hepsi hayvanlar âleminin bir parçası, yine de hepsi birbirinden farklı.
Tıpkı bizim gibi.
Bizler de onca farklılığımıza karşın aynı türün altındayız; bize ‘insan’ diyorlar. Tek bir tür. Halbuki hepimiz okulda okuduk, insanın evriminde şimdiki insanın kategorisi homo sapiens ‘akıllı, bilen insan’a kadar farklı farklı türler yaşadı. Homo erectus ile başlayan kıyam, türün gelişiminin sonu değil başlangıcıydı.
Elli bin yıl kadar önce, dik duruşu, gelişmiş beyni, soyut konuşma yeteneği, lisan kullanma kabiliyeti ile donanmış bu tür bizlerin atası olarak kabul edilir. Tüm bu becerileri ile ihtiyacı olan araçları üretebilen, kendi farkındalığı olan, rasyonelliği ve zekasıyla yüksek seviyede düşünmeyi başarabilen bu tür, insanı ‘insan’ yapan özelliklere sahip olarak tanımlanır.
Biyolojik evrim teorisi halen tartışıla dursun, yaşamda bir evrim olduğu aşikâr. Olmasa hiçbirimiz kendimizi geliştirmek için uğraşmaz, çocuklarımız bizden daha iyi yaşasınlar diye çaba göstermezdik.
Kısacık insanlık tarihinde bile gördüğümüz gelişim yaşamın ve bizlerin sürekli değiştiğini gösteriyor.
Bazılarımız artık homo sapiens olmayabilir.
Bazılarımız da belki hiç homo sapiens olmadılar…
*
Mağara adamından bu yana çok yol kat ettik.
Bugün teknolojimizle övünebiliriz. Yine de bir düşünsek, birkaç yüzyıl önce hayal bile edilemeyen şeylerin şimdi gerçekleştiği bir dünyada aslında daha kat edeceğimiz çok yol var…
‘Siz hâlâ atalarınızın dini üzerinde misiniz?’ sorusunun yanıtı bulmak için bir kez daha düşünmek gerekli.
*
‘Nasıl bulduysan öyle bırak’ demiş bizden öncekiler.
Şimdi ben artık, ‘Bulduğundan daha iyi halde bırak’ diyorum.
İşiniz bittiğinde arkanıza bile dönüp bakmadan çıktığınız tuvaleti,
Yemeğiniz bittiğinde darmadağın kirli tabaklarla dolu kalktığınız sofranızı,
Kapınızı kapadığınızda içerde savaş çıkmış gibi dağılmış eşyalarınızı,
Konakladığınız mekânda temizlikçilere terk ettiğiniz süfliyetinizi,
Belki de en önemlisi, karşılaştığınız tüm insanların duygularını, düşüncelerini,
Bir değişiklik yapın ve yarın bulduğunuzdan daha iyi halde bırakın.
Önce kendinizi, bugün evinizi, yarın yaşamınızı, giderken dünyanızı bulduğunuzdan daha iyi hale getirip öyle bırakın. Misafiri olduğunuz bu dünya sizi ağırlamış olmaktan zevk duysun, memnun olsun…
Kendisi kutsal saydığı bir mekâna girerken kapıda ayakkabılarını atarcasına çıkarıp öylesine bırakan, nasıl düşünebilir ki kutsaldan daha değerli olan yaşamına saygı ve sevgi göstermeyi?
Yaşamda kutsal hiçbir şey yok. Sadece insanın kutsallaştırdıkları var. Din ‘yol, hüküm’ demektir. Din yaşamdır.
Yaşam bütünüyle kutsal ötesinde değerli.
Yaşam, boşalan su kabını doldurup bırakmakta gizli,
Yaşam, yanından geçtiğin çiçeğe gülümseyen bir bakış sunmakta gizli,
Yaşam, yanındakilere söylediğin tatlı sözlerde, uzaktakilere gönderdiğin sevgi dileklerinde gizli.
Yaşam, kutsal olanın ötesinde, gözlerinin önünde gizli.
Yaşam, artık değerine sahip çıkmanızı ve onurlandırmanızı bekliyor.
Onu yüceltecek olan sizsiniz.
*
Güzellik herkes için göreceli ancak, herkesin bir güzellik anlayışı var.
İnsanın içsel pusulasında kuzey yıldızı iyiye ve güzele çevrilmiştir. Yine de bu pusulanın kullanımının öğrenilmesi gerekir. Ve siz güneydeyseniz göremezsiniz kuzey yıldızını. Bazen büyük bir dönüş gerekir.
Çocuk büyütenler sadece büyümelerini sağlar ama çocukların kendilerini keşfedip yetiştirmelerine doğru destek olmazlarsa, bahçe olgunluğa eriştiğinde sefasını süreceklerine cefasını çekmeye başlarlar.
Sizi büyüten anne baba artık görevini tamamlamış olabilir, o zaman siz kendinizi yetiştirmeye devam edeceksiniz.
Bahçenin tüm ayrık otlarını toplayıp yerine envai çeşit çiçek ekmek artık sizin işiniz. Kendi bahçeniz güzelleştiğinde inanın sizi gören herkes özenip sırrınızı öğrenmek isteyecektir.
Tıpkı bir zen bahçesindeki gibi, yaşamda attığınız her adım suya düşen damlanın yarattığı halkalara benzer ancak kalıcı izler bırakır kendi yolunuzda.
İnsanı ‘insan’ yapan şey kendi farkındalığı, yüksek seviye düşünme yeteneği ise bunu sadece dışsal gelişim, araç gereç ve şimdinin teknolojisi için kullanmak yeterli midir?
İnsan yerçekiminin kanununa karşı kıyam etmiş ve başaşağı geldiği bu dünyada ayağa kalkmıştır. Dik duruşu yaşamdaki tutumunu işaret eder. Kendisini aşağı çeken her şeye karşı kıyam edeceğini söyler.
Soyut konuşma yeteneği ve lisan kullanımı sadece düşüncelerini ifade etmek için midir? İnsanı tüm canlılardan ayıran duyguları unuttuğunda kullandığı lisan yarım kalmış gelişmemiştir…
*
Tüm manevî öğretiler hizmet et der.
Her güzellik emek ister.
Yaşam sahip olabileceğimiz en güzel şey.
En büyük emeğiniz kendinize, kendi yaşamınıza olsun…
11/09/2020, İnsan Bedenin Ötesinde, Saba Melike Belkıs Doğar