Istırap

20 08 2016

tilki

“Tilki bir gün uyanmış ve çok aç olduğunu fark edip kahvaltılık bir şeyler bulma amacıyla mağarasından çıkmış. Güneş henüz doğuyormuş ve tilki gölgesinin uzunluğunu görünce gözlerine inanamamış. 

“Aman Tanrım!” demiş, “Ben o kadar büyük müyüm? Şimdi karnımı nasıl doyuracağım? En azından bir deveye ihtiyacım olacak; ondan azı yetmez. Gölgem çok büyük öyleyese ben de büyük olmalıyım.” 

Tilki kendini gerçekten büyük hissetmiş. Yürüyüşü bile değişmiş. Ama kahvaltı için deveyi nereden bulacakmış? Ve bir deve bulsa bile, bu kesinlikle anlamsız olacakmış, çünkü kahvaltıda bir deve yemesi mümkün değilmiş. Aramış, herhangi bir gün için yeterli olacak bir sürü küçük hayvan bulmuş, ama bugün farklıymış. Bugün o küçük yaratıklarla vakit kaybetmeyecekmiş. O küçük hayvanlar onun dişinin kovuğuna bile yetmezmiş. Bir deveye, file ya da başka büyük bir hayvana ihtiyacı varmış.

Ama büyük bir hayvan bulamamış. Güneş giderek yükselmiş ve tilki de giderek daha çok acıkmış. Güneş tam tepeye ulaştığında, tilki dönüp tekrar gölgesine bakmış. Gölgesi öyle küçülmüş ki hemen altındaymış.

“Tanrım!” demiş. “Açlık insana neler yapıyor. Tek bir sabah kahvaltı saatini kaçırdım ve zavallı benliğime neler oldu! Sabah ne kadar büyüktüm ve yarım gün sonra ne haldeyim. Şimdi küçük bir hayvan bile bulsam, bana çok fazla gelebilir, sindiremeyebilirim.”

Bu, mantıklı, kesinlikle Aristocu bir düşünce yapısıdır. Tilkinin hatalı olduğunu söyleyemezsin.

Sen de kendini yalnızca aynada biliyorsun. Bunun başka bir yolu yok. Kendini belki bir de gölgen dışında herhangi bir şekilde gördün mü? O yüzden zavallı tilkiye gülme. Küçük bir şeyin bu kadar büyük bir gölgesi olabileceğini nereden bilsin? Gölge büyükse senin de büyük olman gerektiğini düşünmek çok doğaldır.

Ve, konu kendini büyük hissetmek olduğunda, kim bunun aksini söylemek ister ki? Herhangi bir şey sana büyüklük hissi verdiğinde, bunun doğru mu yanlış mı olduğunu, mantıklı, bilimsel açıdan kanıtlanabilir olup olmadığını öğrenmek için detayları araştırmak istemezsin. Hayır, tüm benliğin büyülenmiştir…

Istırap, sıradan bir acı, mutsuzluk değildir. Bunlar yüzeysel şeylerdir. Tıpkı gölün yüzeyindeki dalgacıklar gibi. Herhangi bir derinlikleri yoktur. Acı, mutsuzluk, perişanlık, bunların hepsi senden ayrıdır; bu yüzden gelir ve giderler. Sebepler vardır ve sebepler ortadan kalktığında onlar da kaybolur. Çoğunlukla onlar senin eserindir.

Istırap ise senden ayrı değildir, ısıtrap sensin. Istırap içindeki en derin olandır. Ve yalnızca insanın başına gelir.

Istırap, kendini kaybettiğin anda yaşadığındır. Coşku, kendini bulduğun anda yaşadığındır. Kendini kaybetmek ya da bulmak: İkisi de benliğin aynı derinliğinde gerçekleşir.

Bu bizim ıstırabımızdır: Biz, doğamızda olmayan bir şey olmaya çalışıyoruz. Doğanın kendi akışında ilerlemesine izin vermiyoruz, bizim ıstırabımız budur…”

Alıntı: Osho, İnsan Olma Yolculuğu





Karar

8 08 2016

karar

“Buddha geçiyormuş. Birkaç kişi toplanmış ve onu aşağılamışlar. Buddha onları dikkatle, ilgiyle dinlemiş. Konuşmaları bittiğinde Buddha, “Söylemek istediğiniz her şey bittiyse gidebilir miyim?” diye sormuş. “Çünkü gün batmadan diğer köye ulaşmış olmam gerek. Hâlâ söyleyecekleriniz varsa birkaç gün sonra geri döneceğim. O zaman söylersiniz.” Ama tavrı hiç değişmemiş, sessizliği, mutluluğu, titreşimi aynı kalmış.

İnsanlar şaşırmış. “Bize kızmadın mı? Sana hakaret ediyoruz, sana isimler takıyoruz” demişler.

Buddha yanıtlamış: “Şaşırmakta haklısınız. Biraz geç kaldınız. On yıl önce gelmeliydiniz. O zaman beni rahatsız etmeyi başarabilirdiniz. O zaman kendimin efendisi değildim. Şimdiyse bana hakaret etmek sizin özgürlüğünüz, onu almak ya da almamaksa benim özgürlüğüm. Ve ben almıyorum. Siz bana hakaret ediyorsunuz, doğru. Bu sizin kararınız. Ben bunu almakta ya da almamakta özgürüm ve almadığımı söylüyorum. Ne yapacaksınız? Ben de şaşkınım, çünkü bir evvelki köyde insanlar bana tatlılar getirdiler ve ben istemediğimi söyledim. Onlar da tatlıları götürmek zorunda kaldılar. Size soruyorum, tatlılarla ne yapmış olabilirler?”

İnsanlar yanıtlamış: “Ya köye dağıtmışlardır ya da kendileri yemiştir.”

Bunun üzerine Buddha son sözü söylemiş: “Şimdi kendinizi düşünün. Siz bu hakaretlerle geliyorsunuz ve ben, ‘Yeter’ diyorum. ‘Ben buna tokum. Hiçbir şey yapmıyorum.’ Siz ne yapacaksınız? Onları almak zorunda kalacaksınız. Sizin için üzgünüm.”

Bu senin kararın. Hayat senin kararın, senin özgürlüğün… Mutlu ya da mutsuz olmanın senin kararın olduğuna karar verdiğin gün, hayatının dizginlerini eline almış olursun. Artık asla bir başkasının seni mutsuz ettiğini söyleyemezsin. Bu, köleliği açıklamak olur.”

Alıntı: Osho, İnsan Olma Yolculuğu





Yargı

1 08 2016

laotzu

“Lao Tzu, Çin Yüksek Mahkemesi’ne yargıç olarak atanır. İlk dava ülkenin en zengin adamının evindeki bir sandıkta bulunan hazinenin yarısını çalan bir hırsıza karşı açılmıştı. Adam suçüstü yakalanmıştı ve hırsızlık yaptığına dair hiçbir şüphe yoktu. Çaldığını da itiraf etmişti.

Ama Lao Tzu yine de evine girilen ve malları çalınan adamı çağırdı ve ona dedi ki: “Bana göre ikiniz de suçlusunuz. Sen neden bu kadar çok mal mülk biriktirdin? Başkentteki insanlar aç ve yoksul. Sen kendi biriktirdiklerini yemiyorsun bile ve o insanları sömürmeye, onların kanını emmeye devam ediyorsun.

Bu adam hırsızlık yapmak zorunda kalmış. Ölmekte olan annesini tedavi edecek bir doktor bulamamış. İş bulmak için her kapıyı çalmış ama iş de bulamamış. Bu adamın başka ne yapmasını isterdin? O çalışmak istiyor ama iş yok. Doktorlara yalvarmış ama kimse onu dinlememiş. Ona, ‘Hergün binlerce yoksul geliyor. Hepsiyle nasıl baş edelim?’ demişler. Ve bu adam tedavi için gerekli olan pahalı ilaçları da elde edememiş. Bu, onun son seçeneğiymiş. Bu adam hırsız değil. Çalmak annesini kurtarmanın son çaresiymiş.

Ve senin evinden bir şey çalmak kesinlikle suç değil. Hatta gerçek suç, senin bu kadar mal mülk toplamış olman. Ve bu hırsız, yani sözde hırsız, gayet adil davranmış. Hazinenin sadece yarısını almış. Hepsini de alabilirdi. Ama hazinenin yarısını sana bırakmış. Yaptığı şey sadece yarıya bölmek olmuş.

O bir hırsız değil. Koşullar onu çalmaya zorlamış. Ama sen bir hırsız olarak doğmuşsun. Baban bu insanları sömürmüş, babanın babası da bu insanları sömürmüş. Şimdi sen de aynı şeyi yapıyorsun. Senin yüzünden bu yerleşim yeri tamamen yoksul, ölüyor, açlık çekiyor.

Şimdi benim nasıl bir karar vermemi istersin? İkinize de altı ay hapis cezası veriyorum. Bu kararım hırsız için adaletli sayılmaz, çünkü o küçük bir suç işledi. Ama sen doğuştan suçlusun ve her gün yoksullardan değişik şekillerde çalıyorsun. Onun yaptığı ise sadece tek bir eylem.”

Zengin adam bu durum karşısında fazlasıyla bozuldu. Böyle şeyler duymaya alışık değildi. Daha önceki yargıçlara rüşvetle iş yaptırabiliyordu. Dedi ki: “Bekle. Önce imparator ile görüşmek istiyorum.” İmparatorun bile o adama borcu vardı. Daha önce ihtiyaç duyulduğunda başka ülkelerin istila edilmesi ya da ülkenin savunulması için imparatora borç vermişti.

İmparatora gittiğinde dedi ki: “Yüksek mahkeme başkanlığına ne biçim bir adam atamışsın? Bana altı ay hapis cezası verdi. Hem de hırsızla birlikte! Ve bir de hırsıza haksızlık yaptığını söyledi. Çünkü o tek bir şey çalmış, ben ise nesillerdir değişik adlar altında çalıyormuşum. Bütün yaşamım sömürmekle geçmiş. Unutma, eğer ben hapse gidersem yarın oradaki sayımız artacak. Dön de bir kendine bak, sen bu kadar parayı ve imparatorluğu nereden buldun? Atadığın yargıcın düşüncesine göre sen benden daha büyük bir hırsızsın. Eğer kendini kurtarmak istiyorsan o adamı görevden al.”

Ve Lao Tzu derhal görevden alındı. Bunun üzerine imparatora dedi ki: “Sana daha önce iş için uygun olmadığımı söylemiştim. Çünkü ben zihin üzerinden yaşamıyorum. Zihin üzerinden yaşamak yargılayıcı olmaktır. Ben sessizlik üzerinden yaşıyorum. Gerçekliği hiçbir peşin görüş olmaksızın ve hiçbir önyargı olmaksızın, önceden belirlenmiş düşünceler olmaksızın tam olarak nasılsa öyle görüyorum.”

Zihin yargılamamayı başaramaz, yargısız olamaz… Yargısız olmak zihnin alanında ortaya çıkan bir şey değildir. Sadece zihnin ötesine geçen bir insan yargısız olabilir. Böyle bir durumda olduğunda, o zamana kadar sana gerçek gibi görünen, geçerli sözler gibi görünen şeyler sadece görüntüden ibaret olacaklar…

Zihnin karar verdiği ya da anlattığı her şey, zihindeki şartlanmalar ve önyargılar nedeniyle kirlenmiş haldedir. Onu yargılayıcı yapan şey de zaten budur…

Bir hırsız neden kötüdür? Ve kötülük nedir? O neden çaldı? Ve unutma ki çalmak sadece tek bir eylem… Her eylem koşullara göre anlam kazanır… Sen tek bir eylemin üzerinden giderek bir kişi hakkında bütünsel bir yargıya varıyorsun. Bir insanda binbir türlü özellik bulunabilir. Bütünsel olarak baktığında insan geniştir…”

Alıntı: Osho, Ahlaklı, Ahlaksız, Ahlaküstü