“Tilki bir gün uyanmış ve çok aç olduğunu fark edip kahvaltılık bir şeyler bulma amacıyla mağarasından çıkmış. Güneş henüz doğuyormuş ve tilki gölgesinin uzunluğunu görünce gözlerine inanamamış.
“Aman Tanrım!” demiş, “Ben o kadar büyük müyüm? Şimdi karnımı nasıl doyuracağım? En azından bir deveye ihtiyacım olacak; ondan azı yetmez. Gölgem çok büyük öyleyese ben de büyük olmalıyım.”
Tilki kendini gerçekten büyük hissetmiş. Yürüyüşü bile değişmiş. Ama kahvaltı için deveyi nereden bulacakmış? Ve bir deve bulsa bile, bu kesinlikle anlamsız olacakmış, çünkü kahvaltıda bir deve yemesi mümkün değilmiş. Aramış, herhangi bir gün için yeterli olacak bir sürü küçük hayvan bulmuş, ama bugün farklıymış. Bugün o küçük yaratıklarla vakit kaybetmeyecekmiş. O küçük hayvanlar onun dişinin kovuğuna bile yetmezmiş. Bir deveye, file ya da başka büyük bir hayvana ihtiyacı varmış.
Ama büyük bir hayvan bulamamış. Güneş giderek yükselmiş ve tilki de giderek daha çok acıkmış. Güneş tam tepeye ulaştığında, tilki dönüp tekrar gölgesine bakmış. Gölgesi öyle küçülmüş ki hemen altındaymış.
“Tanrım!” demiş. “Açlık insana neler yapıyor. Tek bir sabah kahvaltı saatini kaçırdım ve zavallı benliğime neler oldu! Sabah ne kadar büyüktüm ve yarım gün sonra ne haldeyim. Şimdi küçük bir hayvan bile bulsam, bana çok fazla gelebilir, sindiremeyebilirim.”
…
Bu, mantıklı, kesinlikle Aristocu bir düşünce yapısıdır. Tilkinin hatalı olduğunu söyleyemezsin.
Sen de kendini yalnızca aynada biliyorsun. Bunun başka bir yolu yok. Kendini belki bir de gölgen dışında herhangi bir şekilde gördün mü? O yüzden zavallı tilkiye gülme. Küçük bir şeyin bu kadar büyük bir gölgesi olabileceğini nereden bilsin? Gölge büyükse senin de büyük olman gerektiğini düşünmek çok doğaldır.
Ve, konu kendini büyük hissetmek olduğunda, kim bunun aksini söylemek ister ki? Herhangi bir şey sana büyüklük hissi verdiğinde, bunun doğru mu yanlış mı olduğunu, mantıklı, bilimsel açıdan kanıtlanabilir olup olmadığını öğrenmek için detayları araştırmak istemezsin. Hayır, tüm benliğin büyülenmiştir…
Istırap, sıradan bir acı, mutsuzluk değildir. Bunlar yüzeysel şeylerdir. Tıpkı gölün yüzeyindeki dalgacıklar gibi. Herhangi bir derinlikleri yoktur. Acı, mutsuzluk, perişanlık, bunların hepsi senden ayrıdır; bu yüzden gelir ve giderler. Sebepler vardır ve sebepler ortadan kalktığında onlar da kaybolur. Çoğunlukla onlar senin eserindir.
Istırap ise senden ayrı değildir, ısıtrap sensin. Istırap içindeki en derin olandır. Ve yalnızca insanın başına gelir.
Istırap, kendini kaybettiğin anda yaşadığındır. Coşku, kendini bulduğun anda yaşadığındır. Kendini kaybetmek ya da bulmak: İkisi de benliğin aynı derinliğinde gerçekleşir.
Bu bizim ıstırabımızdır: Biz, doğamızda olmayan bir şey olmaya çalışıyoruz. Doğanın kendi akışında ilerlemesine izin vermiyoruz, bizim ıstırabımız budur…”
Alıntı: Osho, İnsan Olma Yolculuğu