“Ben Allah’ın bize tayin ettiği İslâm’ın şartını icra eden ve de Âmentü’ye inanan bir kişiyim ve de varlığımız olan Allah’a candan bağlıyım. Onun sevgisinden başka bir düşüncem yoktur. Allah’ın sübutî sıfatlarının sırrına eren bir kişiyim. Onun için sana şunu demek istiyorum ve de diyorum ki, Allah varlığına ulaşan kişi onun hayret denizine düşmüş durumdadır. O denizde yaşadığımız yaşam senin dünyada hasretini çektiğin yaşamın kendisidir. Belki de ondan milyar kere daha güzel yaşamdır. O menzilde yakmak, yıkmak, düşünmek gibi bir ortam yoktur. Yalnız ve yalnız hasretini çektiğimiz yaşam vardır. O yaşam da aklın düşünemeyeceği kadar güzeldir. İşte o yaşamda, evren gibi, dünya gibi sonucu olan yaşam kaygıları hiç yoktur. O menzilde Allah, Rab, Hak, ruh, şeriat, tarikat, hakikat, marifet benzeri isimler ve olgular da yoktur. Orada bir olgu vardır, sen ve senin hükümranlığın. Zaten onun için Allah demiştir ki, “Ben Âdem’i yeryüzüne halife olarak yarattım”. Demek ki, sen ezelde hükümrandın ki dünyada da öyle oldun.
İşte sen, böyle bir yaşama lâyık yüce bir kişisin. Bunların hepsini mürşit talebesine zaman içerisinde anlatır… Ve de talebesine der ki, sen de insanlara anlat ki kendi değerlerini bilsinler ve süflî hayatın bağlarını bir an önce çözmeye baksınlar. Yeryüzünde halifelik demek, tüm yeryüzünün canlısı, cansızı ile her zerresini koruması gerektiğini insanın bilmesi demektir. Çünkü insan halifeliği ile kendisine emanet edilen bu beldeyi insan gibi korumaya mecburdur. İnsan bunu başaramayacak olsaydı Allah onu yeryüzüne halife, kendisine de vekil tayin etmezdi. “Kim etmezdi” diye sorulursa, “Allah etmezdi” deriz. İnsan için bu ne büyük bir şereftir. İnsan bu şerefe lâyık olmazsa ona yazıklar olsun derler. Onun için elini çabuk tut, biran önce nefs mertebelerini şeriatlı dinî icraatlarla aşmaya çalış.
Mürşidi müridine Safiye makamında bu sözlerin tümünü anlatırken, ona Allah’ta yaşaması için ne kadar sır bilgiler varsa hepsini açmaya çalışır. Yaratılmanın sırrını, yaşamın güzelliklerini, ezelî, ebedî, zahirî ve batınî bilgileri, burada sayıp sayamayacağım ne kadar bilgi birikimi var ise hepsini bir bir anlatır. Ayrıca nefsin mertebelerini aştığı ve Allah’a yakınlaştığı için oradaki konumunu hiç bozmadan taşıması için gereken tüm bilgileri hem nazarî, hem amelî olarak hepsini talebesine anlatır. Evet, Allah’ın niceliğinin tüm sırları İslâm’ın şartı ve imanın farzı olan ibadet sistemlerinin sırrında gizlidir. Talebesine de bu sırları anlatmasını önerir…
Diyoruz ki, sonsuzluğun sırlarını dinî ibadetlerin icrası insana sergiler. Ama insan bilen bir mürşitle yola çıkarsa bu sırları çözer. Yaratılışın ve yaşayarak Allah’a ulaşmanın sırrı, Allah’ın emriyle Hz. Muhammed’in bizlere önerdiği dinî ibadetlerin sırrında gizlidir. Her kim ki icra etmiş olduğu dinî ibadetlerini sevap günah ötesinde arınmak için icra ederse, o kişi ebedî hayatındaki yaşama adresini bilir ve de orada yaşama hakkına sahip olur. Zaten nefsimizi bilmek de, dinî icraatlarımızı arınma yönünde aralıksız olarak icra etmemize bağlıdır. Çünkü icra etmiş olduğumuz dinî ibadetler, yaratılış ve yaşam sistemlerimizin sırlarını kendi sinelerinde gizli olarak taşımaktadırlar. Bizim ibadetlerimizi, günah ve sevabın ötesinde, vicdanî titreşimle gerek zikirleri, gerek namazı ve oruçları, gerekse Kur’an okumayı, zekât ve sadaka vermeyi gönül hoşluğu ile aralıksız yapmamız lâzım. Çünkü, Kur’an ve ibadetlerimizi yüzeysel icra etmek mektubun zarfına bakmak gibidir. Hâlbuki bize lâzım olan bilgiler bu zarfın içerisindeki mektupta mevcuttur. Onun için zarfı açıp mektubu okuyarak kendimizi ona göre tanzim etmeliyiz. Çünkü, nefsi terbiye de ancak bu yollarla mümkün olabilir. Bu gerçekleri anlamazsak, nefs insanın kendisi dememiz bize hiçbir fayda sağlamaz. Onun için diyorum ki, nefsi bilmek insanı kurtarmaz. Nefsin 7 mertebesi kendi kuralları içerisinde dinî icraatlarla aşılırsa Rab bilinir, yolumuza devam edebilirsek bilmiş olduğumuz Rabbimize ulaşma imkânımız olur. Her fırsatta nefs dememin sebebi, onu bilmekle ancak Allah’a ulaşabilmek mümkün olduğu içindir.
Kur’an’da ismi geçen 28 peygamberin sözleri de insanları Allah’a iman etmeye ve onun emirlerini tutmaya yöneliktir. İnsanların Allah’ı bilmeleri gerekir ki, O’na yakışır şekilde ibadetlerini icra edebilsinler. Çünkü, Allah kendi zatında sonsuzluğu kaplamıştır. O’nun zatını bilmek mümkün olsa da, zatını görmek mümkün değildir. Ama Allah’ın sıfatlarını bilmek ve o sıfatlardan şekillenen cemalini görmek ve Allah’ı her yönüyle bilmek ayrıca Allah’a ulaşmak, O’nda yaşamak mümkündür. Yalnız bu dediklerimi anlayabilmek veyahut yaşayabilmek, kişinin kâmil bir mürşitle dinî ibadetlerini icra ederek nefs mertebelerini her yönüyle aşabilmesi ve Allah’a ulaşmasıyla olur. Dinî ibadetler bir mürşit terbiyesinde icra edilirse o mürşit kişinin olumsuz düşüncelerini siler. Onun düşüncesini tefekküre çevirir. Biliyorsunuz tefekkür birçok ibadetin önünde tutulmuştur. Nedeni ise tefekkürde algılama niteliği vardır. Tefekkür insana derin ufuklar açar…”
Alıntı: Muhiddin Gür, Tasavvuf Yolu, Nefs Hakkında