“Ey insan! Hiç bir zaman gerçekten kaçmak mümkün değildir. Bu kâinatta bir Allah vardır. O varlığın ispatı da sensin. Sen özünde Allah varlığına ulaşmaya bak. Allah varlığına ulaşmak, Allah cemaliyle mümkün olmaktadır. Şimdi bu cemalin sana perdeli olması, Allah’tan başka düşündüklerindendir. Sen, yaratıcı bir sıfata sahipsin. Sen yaratan sevgiye ulaş ki yaşatan sevgiyi bulabilesin. “Nedir bu yaratan ve yaşatan sevgi?” dersen, biri “şehvet”, biri de “şefkat” sevgisi derim.
*
Ey insan! Yukardaki bu sözlerimle kâinatta iki sevginin olduğunu söylemek istiyorum. Biri şehvet sevgisi, biri de şefkat sevgisidir. Bilinmelidir ki şefkat sevgisi, şehvet sevgisinden doğmaktadır. Yani şehvetle vuslat olur, o vuslattan dünyaya gelen evlatlar da şefkat ile sevilir ve yaşattırılmaya bakılır. Yani, sevginin birisi “yaratıcı”, birisi de “yaşatıcı”dır. Nedendir, bilmem ki herkes bu olayı bildiği halde ve yaşadıkları halde, olayı açmaktan kaçınırlar. Halbuki bu bir gerçektir ve gerçekten de kaçınılmaz.
*
Ey insan! Allah’ın güzel isimlerinden ikisini açmak istiyorum : Biri Rahman, biri de Rahim’dir. Rahman ismi, esirgeyen, bağışlayan, koruyan, yaşatan gibi olgulara hükmeder. Diğer Rahim ismiyse, ahirette müminleri koruyacağını söyler. Olayın manasını anlamak ister isen, sen burada tüm varlıkları esirge, bağışla, koru, yaşattır ki sen de esirgenen, bağışlanan, korunan ve yaşattırılan olasın. Baksana olaylar gene senin elinde kaldı. Sen yapmadan, Allah’tan bir şey bekleme. Allah ne dediyse onu yapar. Seni senin yaptığınla hükmeder ki hükmeden de gene senin yaptığın olacaktır.
*
Ey insan! Dünyada birçok kişiler birçok teoriler ortaya koyarlar ki bu teorilerin hiçbirisi seni kurtarmaz. Sen ne yaparsan o’sun. Beyninde, gönlünde bir zerre yapıcı düşünce var ise, o seninle; unutma, dostun yanında dosta layık bir şey düşünmek lazım. Dosta layık olan şeyleri de nefs hiçbir zaman keşfedemez. Dosta layık şeyleri, dostu gördükten sonra anlayabilirsin. Sen henüz dostunun Allah olduğunu dersin ama Allah’ın da ne şeklini, ne cinsiyetini, ne de varlığını henüz bilmemektesin. Onun için O’na henüz hiçbir hediye seçme. Ancak O’nun emrini tut. Tutmuş olduğun emirlerle sana yüzünü açacaktır ki o zaman seçeceğin hediyeye karar verebilirsin.
*
Ey insan! Yaşamış olduğun bu dünyada bir an bile Allah’ı senden ayrı düşünme. Hele, yakında hiç düşünme. “Nasıl düşüneyim?” der isen, hiç düşünme, düşünceni kaldır. Kendini görmeye bak. O zaman ne düşüncen kalır, ne de sen. Yalnız O olur, O’nu yaşarsın.
*
Ey insan! Mürşitliğe heves etme. Zamanını kendini bulmaya harca. Baksana hangi mürşit ölmedi ki! Sen, ölmeden önce ölmenin sırrını öğrenmeye bak. Bu olgu da amelsiz ve olayın geleneklerini yaşamadan hiç olmaz. Boş laflara hiç kulak asma. Baksana hal ehli bir kişi diyor ki “çeşmelerden bardağın, doldurmadan kor isen, bin yıl orda dursa, kendi dolası değil”.
*
Ey insan! Sen seni sakın bana sorma. Ben sana “iyi” dersem, belki de sevinirsin. Ama neye yarar ki! Sen seni benden daha iyi bilirsin. İyiliğin, kötülüğün ölçüsü karşıdan ölçülmez. İyilik-kötülük insanın vicdanından ölçülür. Onu da insanın kendisi daha iyi anlayabilir. Belki de yaptığın bazı hareketlerle ben seni ölçmeye kalkabilirim. Senin bir yılanı öldürmen bana yansıyabilir. Bunun için ben sana hüküm verirsem, sebebini bilmeden olacaktır. Belki de o yılanın elinden bir çocuğu kurtarmak istiyordun. Bu temsil yılan olmayıp başka şey de olabilir. Her sebep sana bir iş yaptırabilir. Yapılan olayın sebebini, olayın kendisini, sen vicdanınla daha iyi ölçebilirsin.
*
Ey insan! Senin kurtuluşun “aşk”tadır. “Aşk”ın da ne olduğunu sana hakiki yüzüyle açmaya çalışacağım…”
Alıntı: Muhiddin Gür, Tasavvuf Sohbetleri, 4 Aralık 1985