91 – CENAZE

31 03 2012

Cenaze arabasının siyah cilası nemden kabarmış.

Cenaze kaldırıcıları sigara içiyor.

Ölünün ailesinden kimisi ağlıyor, kiminin de canı sıkkın,

Kimiyse sadece kendini düşünüyor.

Çalgıcılar yanlış nota basıyor.

Şu dünyada ölürken bile uyum diye bir şey yok.

Ölü birine yakından baktığınızda gerçekten ruhu görebilir misiniz? Tanıdığınız o insandan geriye kalan bir şey var mı? Hayır. Şu anda yalnızca bir ceset; ölüsü bile sanki başka birine ait, yaşama dair ne varsa bedenden uçup gitmiş. Cennette midir şimdi? Ya da ruhu başka bir bedende mi soluk alıyor artık? Bilinmez. Ölümden sonra ruhumuza ne olduğu sadece bir tahminden ibaret.

Cenaze, ardında bıraktığı insanlar içindir. Neler olup bittiğini anlamamız, kendimize gelmemiz için bir törendir. Bazen ölümden korktuğumuz için kendimize mi ağladığımız, yoksa gerçekten de ölenin arkasından ağıt mı yaktığımız merak konusudur.

Bütün yaşantımız boyunca birleşme peşindeyizdir. Ailelerimizi memnun etmeye, toplum ve öğretmenlerimiz için birer iyi insan olmaya çabalarız; sevişir ve evleniriz, evrenselliği sanat, müzik ve düşüncelerimizle yakalamaya çalışırız. Yine de tüm yaşantımız boyunca, bu yöndeki tüm girişimlerimiz eksiktir. Uzlaşma ve uyum geçicidir. Sürekliliği ve niteliği bizim inanç ve kararlılığımıza bağlıdır. Zihnimiz bir kere bulanıklaşmaya görsün, o zaman artık arzuladığımız bağlantıları kuramaz oluruz.

Sorunlarınızı çözmesi için ölümü beklemeyin. Yapılması gerekeni sağken yapın.

Alıntı: 365 Günün Tao’su, Deng Ming-Dao, Dharma Yayınları





90 – UZUN ÖMÜR

30 03 2012

Sabahları etrafı seyreyle.

Öğleden sonra zararlı otları temizle.

Bir günün neşesi ve emeği

Tüm yolculuğun bir parçasıdır.

Eğer bütün amacınız içgörü kazanmaksa bu hiç de zor değil. Ortalama bir insan iyi bir yol göstericinin rehberliğinde 12 sene içinde muhtemelen böyle bir yeti kazanbilir. Bu süre, iyi bir müzisyen, atlet ya da ressam olabilmek için gereken zamandan daha kısa bir süredir. Emekliliğinize hak kazanmaktan bile kısa bir süre. Eğer doğru insanla çalışacak kadar şanslıysanız, -tabi göreceli olarak- çok daha kısa bir sürede başarılı olabilirsiniz.

Peki bu başarı bize ne katar? Birçoğumuz içsel farkındalığa o kadar çok anlam ve önem yükler ki, bunu kendi bağlamı içine koymayı unutabiliriz. Asıl gözden kaçırılmaması gereken şey; Tao’nun yolundan gitmek, yaşam enerjimizi vakti geldiğinde sonla buluşuncaya kadar korumaktır. İçsel uyanış tabii ki önemlidir, ama her şey değil…

Açlık çeken bir insan sadece yemek düşüncesine odaklanır. Aynı şekilde ruhsal anlamda aç biri için de önemli olan yalnızca içsel uyanıştır. Yemeğe sahip olan bir kişi bunu doğru bir bağlama koyabilir, aynı şekilde anlayışa sahip bir kişi de bunu doğru bakış açısına yerleştirebilir. Tao’nun izdeşleri içsel aydınlanmayı en birincil amaç olarak kabul etmezler. Onlar için farkındalık araçtır, sonuç değil. Asıl vurgulanmak istenen yaşamın kendisidir. Yaşamı, uzun ömür sözcüğüyle karşılamalarındaki amaç sonsuza dek yaşama arzusundan çok, bu sözü yaşamı güzel ve anlamlı kılma kararlılığının bir simgesi olarak gördüklerinden ötürüdür.

Alıntı: 365 Günün Tao’su, Deng Ming-Dao, Dharma Yayınları





89 – KOPUŞ

29 03 2012

İsteksiz ve yorgun, dua kitabını açıyorum,

Bilgenin solgun fotoğrafı amber renkli bir sayfada,

Kızıl siyah Sanskrit, tuhaf heceler,

Duayı tekdüze bir sesle okuyor, ilahiler söylüyor ve temrin yapıyorum.

Sayılar dizilmiş sanki tesbihime:

Her çözüm, her ilham içinde boğuluyor.

Bazı günler Tao’yla yollarımız ayrılır; ona olan derin bağlılığımız sarsılır ve her şey gözümüze boş ve şekilci görünür. İçsel coşku, derin içgörü ve bütünlük duygusu yok olup gitmiş; yerine görev, şekilcilik ve katı bir disiplin gelmiştir. Böyle zamanlarda neyin peşinde olduğunuzu unutmayın ve amaçlarınızı tekrar tekrar gözden geçirin. Eğer bütün bu söylenilenler size bir ilham vermiyorsa o zaman ne yaparsınız peki?

Bir kereliğe mahsus öğretinin gereklerini yerine getirmeseniz de olur. Kızgın olabilir, kendinizi baskı ve stres altında hissedebilirsiniz. Hele de hastaysanız, o zaman en iyi çare dinlenmektir. Ama yok eğer bu yolda gözle görülen bir ilerleme kaydediyorsanız, tembel ve kayıtsız da değilseniz o zaman yapmanız gereken disiplini yeniden ele almak olmalı. Duygusal anlamda kendinizi iyi hissetmediğiniz zamanlarda bile pratik yapmalısınız. Böyle durumların en az yarısında, anlamlı bir şey olacaktır. Diğer zamanlarda da, yalnızca bir takım tekniklerin üzerinden geçmek bile başlı başına yarar sağlar. Daha sonra size hız kazandıracak bir altyapının oluşumunu hazırlar.

Alıntı: 365 Günün Tao’su, Deng Ming-Dao, Dharma Yayınları





88 – YORUMLAMA

28 03 2012

Bilgeler arasında hangisinin sözleri en muğlaksa o en yücesidir.

Disiplini savunan her kim ise kaçınırız.

Birinin sözlerini istediğimiz yere çeker,

Diğerine ise aldırmayız.

Bilgelerin özlü sözlerine gereksinim duymamız ne yazık. İçsel yolculuğumuzun başlangıcında bizim için önem taşımalarına karşın, yorumlandıklarında anlam karmaşasına yol açabilirler. Sözler mükemmel değildir, her nesil kendini yeni baştan anlatır.

Özellikle din söz konusu olduğunda insanlar muğlaklığa bayılır. Kutsal kitaplarda yazılanları diledikleri gibi yorumlarlar. Kendilerine biçilen öğretici rolünden memnun kalmazlarsa eğer her şeyi kılıfına uyduracak bazı yollar ararlar; bu nedenden ötürüdür ki bir sürü otorite, okul ve mezhep var.

En saygın bilgelerin hayatta olmamasına şaşmamalı. Hayatta olsalardı yanlış yola sürüklenen düşüncelerimize açıklık getirir, öğretilerini yeniden gözden geçirir ve onlara olan saygımızı azaltacağını bile bile hatalar yapmaktan çekinmezlerdi. İsa, Muhammed, Buda, Lao Tzu; içimizden kaçı bu kutsal isimlerle özdeşleşen öğretilere derinden bağlıyız. Kendi düşüncelerimizi yansıtabilmek uğruna onları biricik aynamız yapmadık mı?

Yaşayan bir rehberin yanında bulunmak, hatalarınızı düzeltebilmeniz ve disiplin kazanmanız açısından önemli. Bu birlikteliğin amacı katı ve ortodoks bir öğretiye yol açmasın, sizi daha da özgür kılsın. Bütün öğretiler sonuçta bize kaynaklık eder. En güvenilir tecrübe insanın kendi yaşadıklarından çıkardığı derslerdir. Kutsal sözler bile yalnızca sözlerden ibarettir.

Alıntı: 365 Günün Tao’su, Deng Ming-Dao, Dharma Yayınları





87 – BÜTÜNLEŞME

27 03 2012

Katıksız ve saf olana varabilmek ruhu dinginleştirir.

Dış dünyayı anlamak ise kişiyi etken kılar.

Her ikisi de aynı kaynaktan fışkırır,

Yaşamın kendisi bir bütündür.

Durağanlıkta insan katıksız Tao’yu arar. Tao’da ne güzellik ne de çirkinlik kavramı vardır. Çünkü Tao özünde karşıtlıkları barındırmaz. Saf ve katıksız olandır. Oysa evrene baktığımızda hiçbir şey saf değildir. Deneyimlerimizden çıkardığımız sonuç her şeyin göreceli olduğudur.

Katıksız ve saf olanı aramak en birincil amaçlarımızdan olmalıdır, ama sadece meditasyon yaparak zamanınızı geçirmemelisiniz. Kabuğunuzdan çıkıp yaşamı da keşfetmek gerekir. Bu da dış Tao olarak bilinir ki, yaşam boyu sürer. Sizde ilgi ve merak uyandıran her ne ise araştırıcı olmaktan kaçınmayın. Beceri kazanmak istediğiniz konulara yoğunlaşın. Güven eksikliğinin üstesinden gelmeli; kafanıza takılan her soru yanıtlanmalıdır. Bütün bunları es geçtiğinizde dış Taonuzla özgürce akıp gidemezsiniz; sizi saran kuşku ve beceriksizlikler bir engel oluşturur.

Başlangıçta, meditasyon ve dış dünya arasında sanki bir ilişki yokmuş gibi görünür. Bu konuda yetkin kişiler de sürekli dünyevi ve uhrevi yaşamın farkını gözetirler. Ama en sonunda varılan nokta yaşamdaki devinim ve canlılık ile içsel anlamda huzurun birbirinden ayrılmaz bir bütün olduğudur. Dünyevi yaşam mı önemlidir kişi için yoksa uhrevi yaşam mı; bu ikilem karşısında endişe duymaya hiç gerek yoktur. İkisinin de kesintisiz bir bütünün parçaları olduğunu anlayacaksınız.

Alıntı: 365 Günün Tao’su, Deng Ming-Dao, Dharma Yayınları





Serendip Adası

26 03 2012


“Ruhum seyahat ve hareket özlemiyle dolu!” 

… dedi Sinbad. Bu sözler altıncı yolculuğuna başlaması için yeterliydi…

“Korkunç bir fırtınaya tutulan ve ümitsiz bir şekilde yolunu yitiren Sinbad ve adamları, gemilerinin yabancı bir sahilde karaya oturmasıyla beraber yine bilinmeyen bir yolculuğun içinde kaybolurlar…

Günlerce yiyecek bir şey bulamadan, aç bir şekilde kurtulmayı beklerler ancak, adamlar teker teker güçlerini yitirir, güçleriyle birlikte de en sonunda hayatlarını… Geride sadece Sinbad kalmıştır.

Kendisine ufak bir sal hazırlayan Sinbad, keşfettiği bir nehir ile birlikte yamaçların altında bir mağara bulur. Suların kendisini sürüklediği bu muhteşem yerin aslında zenginliklerle dolu olduğunu fark eder, nehir kıymetli taşlar ve amberler taşımaktadır.

Karanlıkların içinde yol alırken yorgunlukla uykuya dalar, gözlerini açtığında Serendip Kralı’nın şehrinde olduğunu görür: “Nehirlerinde elmaslar ve vadilerinde inciler” olan efsanevi şehir. Şehrin Kralı, Sinbad’ın yolculuklarının öykülerini ve yüce Halife Harun El-Reşid’i dinlediğinde, Sinbad’dan halifeye bir hediye götürmesini ister. Bu, tek parça yakuttan yapılmış bir kupadır…”

Sinbad’ın altıncı yolculuğu böylelikle gönül okşayıcı, mutlu ve hoş bir son bulur…

Serendip” mutlu kaza, hoş sürpriz demektir.

Başka bir öykü, bir Fars masalı “Serendip’in Üç Prensi” ise, özellikle peşinde olmadıkları şeylerin, kazalar ve bilgelikle, tesadüfi keşiflerini yapan kahramanlardan bahseder.

Serendip” tesadüf, rastlantı, şans demektir; şans eseri bulma, rastlantı ile keşfetme.

Serendip Adası’na yapılan yolculuk, yolcusunu tesadüfler diyarına götürür…

Yaşam tesadüfler ve rastlantılarla doludur. Bunları okuyabildiğinizde de, yaşam keşifler ve yeni yolculuklarla dolar…

Kahramanların, öykülerinde yollarını bulabilmeleri için önce kaybolmaları gerekir.

Aydınlığa ulaşabilmek için karanlıktan geçmeleri,

İyiliği getirebilmek için kötülüğü tanımaları gerekir.

Yola çıkmayanın yolculuğu olamaz.

Her yolculuk bir keşif öyküsüdür; aslında kahramanın kendini, amacını ve yaşamı keşfi.

Sinbad yedi yolculuk yapar. Bedenin yedi merkezinin açılması nasıl ki farklı bilgelikler ve dengeler getirir, Sinbad’ın her yolculuğu farklı bir bilgelik ve kazançla biter. Ancak yedinci yolculuk sonlandığında, Sinbad “Artık arzum kalmadı!” der, tüm deneyim ve kazançlarıyla şimdi evinde olmak huzurludur.

Yaşam yolculuktur.

Hazine keşfedilmeyi bekler.

Yolculuk için cesaret, keşfetmek için tesadüfleri okuyabilmek gerekir.

Uzun süre önce unutulmuş bir dil:

Yaşamın dili.

Bizler, bilimin ve modernliğin ışığında, mantık ve bilgiyle keşifler yapıyoruz. İnsanlık, tarihinde yazılmadığı kadar ilerlerken, yine de insan mutlu ve dengeli değil.

Eksik olan hep bir arayış getirir beraberinde. İnsan da arayış içinde. Tarihin her döneminde olduğu gibi, yanıtları bulmak istiyor. Aklını kullanarak çözümlere ulaşmayı arzuluyor. Bunun yanı sıra, yanıt bulduklarını düşünenler, -göreceli- bir üstünlükle, diğerlerini yönetiyor ve yönlendiriyor.

Eğer yanıtı dışarıda ararsanız yönetilmek kaderiniz olur.

Size sunulan ve vaad edilenin ne olduğu fark etmez, içinizde bir boşluğu doldurduğunu düşündüğünüz her şey sizin için kıymet kazanır. Ta ki, aslında boşluğun gerçekten dolmadığını fark edene kadar…

Yaşam kıymet kazandıkça onu korumaya çalışıyoruz. Korumak; saklamak, sakınmak, kaybetmekten korkmak demek. Hiç yaşlanmayalım, hiç hastalanmayalım, hep genç ve güzel kalalım, zengin ve muktedir olalım istiyoruz. Oysa sıradan dünya yaşamı zıtlıklarla var olur. Bizler, zıtlıklardan korktukça, hep aynı -bize göre iyi- tarafta olmak istedikçe, yaşam ve yaşantımız da gittikçe dengesizleşiyor.

Yolculuk için her birimizin “kahraman” olması gerek. 

Cesaret göstermezse insan, asla yola çıkmayacaktır.

Korkusu öyle bir noktaya gelir ki, kendini “yaşam“dan korumaya çalışır. Yaşamadan yaşanan bir ömür ile, olması gerekenin bu olduğuna inanarak geçer zaman…

Yolculuğa çıkmak için cesaret gerekir.

Ancak cesaretle yaşanır bu yaşam. Her ne olursa olsun içinde öğrenilecek, keşfedilecek bir şey bulan için yol kat edilmiş olur. Aksi, sadece aynı kısır döngüde dönmektir. Geldiği gibi gidene yazık olur…

Yolculukta akıl ve tesadüf ile ilerleyen, aslında peşinde olmadığı şeylerin keşfini yapar.

Biz her ne kadar plan yaparsak yapalım, yaşamın bizim için yaptığı başka bir plan vardır. Bu asıl planı görmek için önyargılardan kurtulmalı, okuyabilmek için tesadüfleri fark edebilmeliyiz.

Yaşamın unutulan dili bizimle rastlantılar, şans, rüyalar, tesadüfler ve hayaller aracılığıyla konuşur. Onu dinlememizi ister.

Rehberliği duyabilmek için saf olmak gerekir.

Tesadüfler, olağan dünyanın perdesini aşıp bize ulaşan derin evrenin güçleridir.

Bu dili öğrendiğinde yolculuktan korku duymaz insan ve gizemli hiç bir şey kalmaz, artık her şey aşikardır.

Modern insanın ilkel dediği, yaşamın unutulmuş gizidir. Doğanın dili, yaşamın diline açılan bir kapı gibidir; bir kez bu kapıdan içeri girdiğinizde kendinizi bambaşka bir dünyada bulursunuz.

Ve bir kere işaretlerin dilini okudu mu insan artık geri dönemez…

Nasıl ki, iki ışık kaynağı varsa iki farklı gölge çıkar ortaya, aynı alemde paralel farklı bir alem yaşandığını görür.

Bu, rüya alemidir…





86 – İMGELER

26 03 2012

Ses, koku, tat, görme, dokunma, uyku.

Bütün bu formlara bağlı kalmadan düşünmek mümkün mü?

Şekli olmayan bir düşünce enderdir,

Tao’nun bilgisi hala daha da ender.

Zihnimiz normal koşullarda işlevini görebilmek için herhangi bir nesneye bağlanmak ihtiyacındadır. Geçmişi hatırladığımızda duyularımıza ait imgeler öne çıkar. Kırsalı düşündüğümüzde hemen ilk akla gelen oraya özgü bir kokudur. Nesnelerle ilişkiler belli bir biçimde “görülür”. Matematik problemleri çözer ya da arkadaşlarımıza herhangi bir konuyu anlatabilmek için düşüncelerimizi sıraya koyarız, ama sonuçta yine rakamlar ve sözcükler yoluyla düşüncelerimizi açıklarız.

Kimi insanlar böyle bir düşünce sistematiğini yadsımakla yanılgıya düşer, ama gündelik yaşamda işlevlerimizi yerine getirmek için buna zorunluyuz. Tao’yu bilmeye gelince, duyusal imgelere bağlı olan düşünceler tam anlamıyla bir farkındalık getirmeye yeterli olmazlar. Dualistik düşünce sistemi Tao’yu anlamak için kullanılamaz. Yine de bu tür bir düşünce sistematiği yaşantımızda gereklidir ve es geçmemek gerekir.

Meditasyon yapan biri, bilincini genişleterek dış dünyaya ilişkin biçim ve formlara bağlı kalmamayı öğrenmelidir. Böylesi bir bilinç duyuların da ötesindedir. Bazıları bu bilinç düzeyini üst bilinç, samadhi, nirvana ya da aydınlanma diye adlandırır. Adların ne önemi var. Asıl önemlisi, böyle bir bilince erişebilmek. Sonrasında bütün tanımlar silinip gider.

Alıntı: 365 Günün Tao’su, Deng Ming-Dao, Dharma Yayınları





85 – GEÇMİŞE BAKIŞ

25 03 2012

Bir ustaya on sene hizmet edebilir,

Öğretilerinin doğru olup olmadığını sorgulayabilirsin.

Ama bütün bunlardan sonra şu sonuca varman da mümkün:

Herkes kendi hayatını yaşamalıdır.

Herhangi bir ruhsal öğretiye yeni başladığınızda, ustaların bu konuda birtakım kesin yargıları olacaktır kuşkusuz. Size söylenenlere tam tamına inanmamalısınız; her birini sorgulamalı ve doğrulukları önce sizin tarafınızdan kanıtlanmalı. Her türlü ezoterik bilgiye maruz kalacaksınız ancak, sizi ilgilendiren tek şey sunulan bu bilgiyi kendi yararınıza kullanıp kullanmayacağınız olmalı.

Kutsal kitapların yazdıklarından bile daha kendi kişiliğinize uygun, sizi daha mutlu kılan yöntemler geliştireceksiniz. Kendi keşiflerinizin ışığında hala göreceksiniz ki yaşam her şeye karşın akıp gidiyor, o bildik dikenleri batırmaya, bizi iyiden iyiye çıkmaza sürüklemeye devam ediyor. Bu, Tao öğretisinin boşunalığı anlamına mı gelir? Hayır. Bu sadece demektir ki, uzun zamandan beri kendinizi becerilerle donatmak için bir uğraş verdiniz. Her şeye karşın kabuğunuzdan çıkın ve yaşamı doyasıya yaşayın.

Geriye dönüp baktığınızda, bildiklerinizi gündelik yaşamınızla bütünleştirdiğinizi ve sizin için rutin hale geldiklerini gördüğünüzde, artık öğrenilenleri yadsımanın yeri ve zamanı değildir. Öğrendiklerinizi kullanmanın zamanıdır. Kendinizi ifade etmeli, hayatta eyleme geçmeli, kendiniz ve diğerleri için yeni ortamlar yaratmalısınız. İşte ancak o zaman, uzun sürede kazanılan tüm bu öğreti bir anlam kazanır.

Alıntı: 365 Günün Tao’su, Deng Ming-Dao, Dharma Yayınları





84 – AKIL

24 03 2012

Eğitimli kişiler, sözcükler ve muğlak anlamlardan başları dönmüş halde

Uyum adını verdikleri arapsaçına dönmüş ağı dokur dururlar.

Pratik onlara göre değildir hiç.

Eğitimi boşver, göreceksin dünya daha yaşanır olacak.

Tao’yu akıl ve bilinç yoluyla arayan çoktur. Böyleleri uyuma bayılır, dünya dinleri arasında benzerlikler kurar ve onları adeta büyülenerek dinleyen bir seyirci kitlesi karşısında Tao’nun erdemlerinden dem vururlar. Oysa düşünceleriyle deneyimlerini bir potada eritmeyi başarabilirlerse gerçeğin özüne daha kestirmeden varabileceklerdir.

Aklın, kendi doğasından gelen çifte bir mantığı vardır. Ayrımlar yapar, kavramlar arasında yeni yeni ilişkiler kurar, buna da “anlam” adını verir. Bu tür analitik bir düşünce sistemi ne tam anlamıyla nicel ne de mantıksal olarak açıklanabilir olduğundan Tao öğretisince kısır bulunmuştur. Tao’nun izdeşleri belli bir eğitim almış kişilerdir; ama ayırdında oldukları bir nokta da, aklımızın yalnızca tek yönlü çalıştığı, buna karşın Tao düşüncesine çok yönden varılması gerektiğidir.

Denir ki, bugüne kadar almış olduğumuz eğitimin bize kazandırdığı düşünce sistematiğini bırakmalıyız. Bunun kesinlikle zekamızı en az düzeyde kullanmakla hiç bir ilintisi yok; bunun amacı, aklın da üzerinde bilincin başka bir düzeyine erişebilmektir. Çalışıp öğrenmeliyiz tabii ancak, deneyim ve meditasyona verilen önemi de elden bırakmadan. Eğer akılla tecrübeyi dingin bir zihinde birleştirebilirsek, o zaman gerçek yalnızca bir kavram olmaktan çıkar.

Alıntı: 365 Günün Tao’su, Deng Ming-Dao, Dharma Yayınları





83 – AYRILIK

23 03 2012

Sen ve ben arkadaş olduğumuz zaman

Sonsuza dek Tao’nun yolundan gideceğimizi varsaydık

Ama şimdi, üzgünüm, ayrılıyorsun.

Gökyüzü acı bir beyaza çalmış

Tevekkülden kaskatı.

Bazı zamanlar Tao’nun yolunda bize eşlik edecek arkadaşlar bulacak kadar şanslı olmuşsuzdur ama, ayrılık önünde sonunda gelir çatar. Hoşçakal demeye zaman bile bulamaz insan.

Arkadaşlıklarımız sona erdiğinde kuşku, kargaşa ve bazen de suçluluk duyarız. Oysa dileyen herkes Tao’nun yolundan ayrılma özgürlüğüne sahiptir. Hiçkimse tarafından lanetlenmeyeceklerdir, yalnızca izleyecekleri başka bir yol vardır önlerinde.

Tao’nun izdeşleri için kural şudur: Bu yolda olabildiğince omuz omuza yürüyün, ama ayrılması gerektiğinde de sakın arkadaşınızı alıkoymayın.

İçimizde dostluğun önemine ilişkin duygular taşımadığımız anlamına mı gelir peki bütün bunlar? Bilgeler sürekli olarak bizi yaşamımızda her türlü bağlanmaya karşı uyarsalar da, bunlar, insanı insan yapan duygulardır. Düşünsel anlamda, bizimle aynı zamanda yola çıkan dostlarımızın Tao’dan neden vazgeçmek zorunda kaldıklarını anlayabiliriz, ama yalnız yürümeye devam ederken duygularımızı yadsımaya da gerek yoktur.

Alıntı: 365 Günün Tao’su, Deng Ming-Dao, Dharma Yayınları