181- Bakış Açısı

30 06 2014

181

“Madde kişinin halini değiştirip göreceli bir “iyi oluş” haline sokuyor dedik. Eğer, görecelilik içinde madde kişiyi bu “iyi oluş” haline bize göre olumlu bir durum için sokuyorsa buna itirazımız olmaz. Mesela, ameliyata girecek bir kişinin uyuşturulması bizce “iyi”dir, acıyı hissetmeyecek ve ameliyat sonrasında “iyileşecek”tir. Bunlara ilaç diyoruz. Ancak görüyoruz ki şimdiki düşünce sistemimizde iyileşmek için de ilaçlara bağımlılığımız var.

İlaçlar insanın duygu, düşünce ve davranışı üzerinde doğrudan etkililer. Bizim genel beklentimiz bunun fizyolojik yapıda olumlu bir değişim olması, yani hastalığı dönüştürerek yapıyı yeniden sağlıklı hale çevirmesi.

Bu duruma “güvenilir koşullar” deniyor… İlaç, güvenilir koşullar altında bir dönüşüm yaratır, bu kabul edilebilirdir, hatta beklenen ve arzulanandır. Yine de her ilaç, prospektüsünde uzun bir liste oluşturan “yan etkiler” ile sunulur. Listeye baktığınızda bazen ilacı almak istemezsiniz “güvenilir koşullar” risk altında gibidir. Bu durumda da otoriteye “güven” duyulur. Doktora güveniyorsanız eğer, yan etkilerin değil de faydaların işlevde olacağını umut edersiniz.

Buna “kendi kendini telkin” diyoruz. Kişi her şeyin iyi olacağı konusunda kendini ikna etmeyi başarırsa her şey gerçekten de iyi olma ihtimaline sahip olur.

Bu da “bakış açısı”nı gösteriyor…

Yaşam bakış açılarıyla şekilleniyor.

Bazen tuhaf yanlış anlamalar bizi derin sıkıntılara sürükleyebiliyor, yanlış anlama çözümlendiğinde ise yerini alan, derin bir nefesle birlikte olayın mizaha dönüşmesi… Değişen bir şey yok, sadece bakış açısı, o kadar.

Bir başka deyişle, yaşamda deneyimlediğimiz birçok şey bize bakış açılarımız vasıtasıyla tanımlanıyor; bazen güzel ve arzulanır bazen de dayanılmaz ve zor gösterilebiliyor…

Alıntı: Saba Melike Belkıs Doğar, Yaşam Gördüğünün Ötesinde

Fotoğraf: Saba Melike Belkıs Doğar





180- İyileştirmek

29 06 2014

180

“Bağımlılık konusuyla ilgili bir başka tanım daha var; madde, yani bağımlı olunan şey. Bunun için diyor ki: “Madde, merkezi sinir sistemi dediğimiz beyin ve bağlantılı alt sistemleri içeren işlevsel yapı üzerinde sahte bir ‘iyi oluş’ hali oluşturan tıp içi ve tıp dışı unsurlardır.”

Evet, bağımlılık tek başına var olamıyor, iki tarafa sahip, birbirini çeken kutupsal bir yapı; birey ve bağlantıda olduğu nesne, durum, konum, kişi, duygu ya da benzeri…

Her ne kadar bu ilişki özgür –bağımsız– bir iradeyle başlasa da ilerleyen zaman içersinde birey ve nesnesi arasında, aynı ve sürekli bir şekilde kendini tekrarlayan, kopmaz bir ilişki türüne dönüşüyor. Bu noktada artık bu ilişki ismini alıyor; bağımlılık.

Bir ilişki bağımlılık haline geldiğinde bireyin özerkliği ortadan kalkıyor ve birey kendini daha önce yaşamadığı ve yaşam tarzının içerisinde olmayan yeni tür durum ve düşüncelerle buluyor. Zaten ipler sanırım biraz da burada kopuyor, ne zaman ki birey kendisi dışında diğer bir kişi, aile, çevre ve toplumu etkileyen bir süreç başlatıyor, bağımlılık bireysel değil çoğulsal bir konu olmaya başlıyor. Böyle olmasa belki de bırakabilirdik kişileri kendi hallerine “tek zararları kendilerine” derdik…

Bırakır mıydık? Zannetmiyorum. İnsan tabiatının özünde “iyilik” var, biz iyi olmadığını düşündüğümüz her durumu değiştirmek için çaba gösteririz. Bunun adı “iyileştirmek.

Alıntı: Saba Melike Belkıs Doğar, Yaşam Gördüğünün Ötesinde

Fotoğraf: Saba Melike Belkıs Doğar





179- Bağımlılık

28 06 2014

179

“Aslında tek bir kelime ama bakış açısına göre onlarca farklı anlama bürünebiliyor…

Eğitim Terimleri’nde bağımlılık anlamı:
“1- Karşılaşılan sorunları yalnız başına çözmek ve kendine yön seçmek için gerekli yetenekten yoksun olma durumu. 2- Ekonomik ve ruhsal desteğe gereksinme duyma. 3- Kendi kendine yetmezlik.”

Farmakoloji Terimleri’nde bağımlılık anlamı:
“Psikotrop bir maddeyle merkezî sinir sistemi arasındaki etkileşmeden doğan ve maddenin keyif artırıcı psişik etkilerini duyumsamak ve bazen de yokluğunun vereceği huzursuzluktan sakınmak için maddeyi devamlı veya periyodik olarak alma isteği.”

Felsefe Terimleri’nde bağımlılık anlamı:
“Bir başka şeyle koşullu olma, bir başka şeye bağlı olma durumu. 1- Nedensel bağımlılık: Etki ile neden arasındaki bağıntı. 2- Mantıksal bağımlılık: Neden ile sonuç arasındaki bağıntı.”

İstatistik Terimleri’nde bağımlılık anlamı:
“Niceliklerin ya da niteliklerin bağımsız olmaması.”

Ruhbilim Terimleri’nde bağımlılık anlamı:
“Kişinin gereksinim ve isteklerini karşılamakta yetersiz oluşu, karar verme ve işlerini başarmada başkalarından yardım istemesi durumu.”

Toplumbilim Terimleri’nde bağımlılık anlamı:
“Bir kişi, toplumsal küme ya da toplumun siyasal, ekonomik, ekinsel vb. bakımlardan başka kişi, küme ya da toplumların güdüm ve yönetimi altına girmesi durumu.”

Yöntembilim Terimleri’nde bağımlılık anlamı:
“Çoğabilimde, çalışan (etkin) kesim üzerindeki çoğal baskıyı gösteren ve edilgen çoğanın etkin çoğaya oranı olarak bulunan değer.”

Ve nihayetinde Güncel Türkçe Sözlük’te bağımlılık anlamı:
“Bağımlı olma durumu, tabiiyet”

Şimdi bir düşünün… Sizin terimler sözlüğünüzde bu kelime ne ifade ediyor?
Ya da başka bir deyişle… Siz bu kelimeye hangi açıdan bakıyorsunuz?
Durduğunuz yer bakış açınızın merkezi olacaktır.

Alıntı: Saba Melike Belkıs Doğar, Yaşam Gördüğünün Ötesinde

Fotoğraf: Saba Melike Belkıs Doğar





178- Bütünleşme

27 06 2014

178

“Kadın “kadın” olduğunda ve erkek “erkek” bütünleşip çoğalırlar, yaşam ileriye akmaya başlar.

Akış denge ve sağlık demektir. Doyum getirir… Kadın ve erkeğin kendi doğalarını gerçekleştirmelerinin tatmini hem kendileri için hem de insanoğlu için yaşamı yaratmanın temelidir.

Aynaya baktığımda gördüğüm insan salt bir kadın ya da bir erkek.

Bu yaşam bir kadının öyküsü ya da bir erkeğin.

Kadın ve erkek… Gerçek doğalarını bulduklarında bütünleşme şansına sahip tek nefsin eşsiz çifti.

Alıntı: Saba Melike Belkıs Doğar, Yaşam Gördüğünün Ötesinde

Fotoğraf: Saba Melike Belkıs Doğar





177- Birlikte Devinim

26 06 2014

177

Kadın ve erkek, gerçek doğamıza nasıl teslim olabiliriz? Bunun bir yolu olmalı. Hatırlamak içinse en başa geri dönmek gerekli…

İlk hareket… köken; kadın alır, erkek verir. Devinim önce kadının alması ve erkeğin vermesiyle başlar. Bu söz ise ilk erkek konuşur, kadın sessizdir. Bir dokunuş ise ilk erkek elini uzatır, kadın dingindir.

İkinci hareket… birleşme; kadın verir, erkek alır. Kadının doğası sürekli verebilmeye uygundur, erkek ancak kadından aldığında dolar ve kuvvetlenir. Eğer kadın vermeden birleşiyorsa erkek hiçbir zaman doygun hissetmez, kadın ve erkek vermediklerini ve almadıklarını bilmeden tatminsiz kalırlar.

Üçüncü hareket… yaşam; kadın alır, erkek verir. Kadının yaşamı içinde büyütebilmek için erkekten tohum alması gerekir, bu tohum erkeğin gücüdür, maddesel dünyayı yaratır. Erkek olgun değilse hâlâ annesinin çocuğu olur, o zaman kadını besleyemez. Bu fakirliktir.

Dördüncü hareket… sevgi; kadın verir, erkek alır. Sevgi bir nehir gibi çağlayarak akar, sevgi olmayan birleşme mutsuzluktur. Kadın sevgi veremiyorsa, mutsuzluk aldatmayı getirir. Hem kadın hem erkek önce kendilerini sonra birbirlerini aldatırlar. Sevgi ile beslenmek zenginliktir.

Beşinci hareket… iletişim; erkek konuşur, kadın dinler. Kadını besleyen dinlemektir, erkeğinin sözlerine kulak vermek. Erkeği besleyen ise anlatmak, yönlendirmek. Kadın dinlemeyi erkek anlatmayı bildiğinde diyalog hiç bitmez.

Altıncı hareket... vizyon; kadın yolu çizer, erkek takip eder. Kadın ileriye bakar, erkek bugünü yönetir.

Ve birlikte “yaşam”ı inşa ederler.

Alıntı: Saba Melike Belkıs Doğar, Yaşam Gördüğünün Ötesinde

Fotoğraf: Saba Melike Belkıs Doğar

 





176- Ve Bedeninin Ötesinde Özünü Görebilseydim

25 06 2014

176

“Var oluşta belki de insan kadar gerçek doğasını unutmuş ve bunun acısı ile yaşayan yoktur… Su hiçbir zaman toprak olmanın özlemini duymaz. Güneş, Ay’ın yerine geçmek istemez. Atom neden bu elektron peşimden ayrılmıyor diye düşünmez. Onlar yaratılış çiftlerinin kendilerini bütünlediklerini bilirler.

Bugün kadın ve erkeğin hastalıklarında bile yin yang doğalarındaki dengesizlik kendini gösteriyor. Bunun tek çözümü ise yaratılış doğasına teslimiyet…

Ben hiç kadın olmadım ya da erkek

Ben hep bir kimlik oldum ya da karakter

Almayı bekledim, vermeyi unutarak

Sana dokunabilseydim

Gerçekten dokunabilseydim bedenine

Sadece bir kadın olarak ya da bir erkek

Ve bedeninin ötesinde özünü görebilseydim eğer

Belki de ruhuma ve ruhuna ulaşabilirdim…

Alıntı: Saba Melike Belkıs Doğar, Yaşam Gördüğünün Ötesinde

Fotoğraf: Saba Melike Belkıs Doğar

 





175- Öğrenilmiş Kimlikler Karmaşası

24 06 2014

175

“Okullar bizlere pek çok şey öğretiyor, ama bunların çok azı yaşama dair.

Kadın ve erkek olmayı ailede, anne babamızdan öğreniyoruz. Oysa onlar da herkes gibi çoktan kimliklere büründüler ve özlerini unuttular.

Bu kimliklerle büyüyoruz, karakteri şekillendiriyoruz ve “ben” oluyoruz, benim için diğeri de “sen”.

Ben olduğumuzda, “Beni sev” diyoruz. Sana seslendiğimde ise “Seni seviyorum” diyoruz -“ben” seviyorum.-

Kontrol ediyoruz.

Her şey kimliklere uygun mu diye… Bildiğim “ben” memnun mu durumdan, tatmin oluyor mu, istediklerine ihtiyaçlarına ulaşıyor mu?

Zaman değişiyor kadınlar erkeğe, erkekler kadına benziyor. Hem cinsiyet hem görev kimlikleri karıştıkça öz kayboluyor. Güçlü kadınlar pasif erkekleri yönetiyor, içlerinde bir boşluk hep bir şeylerin eksikliği. Korumayı unutmuş erkekler kadınları sahiplenemiyor, derin bir tatminsizlik girdabı.

Karmaşadan sıyrılmayı bir başarsalar yapmaları gereken tek şey teslimiyet… Kendilerini gerçek doğalarına bırakmak.

Alıntı: Saba Melike Belkıs Doğar, Yaşam Gördüğünün Ötesinde

Fotoğraf: Saba Melike Belkıs Doğar





174- Almanın ve Vermenin Ritmi

23 06 2014

174

“Kadın ve erkek, ilk görevleri gereği çoğalmak için bir araya gelirler.

Çoğaldıkları anda bu ilk görev kendini tamamlar ve eğer yaratacakları başka bir şey kalmadıysa birliktelik de biter.

Halbuki yaratmak sonsuzdur.

Bu yaşam döngüsüdür. Uyumun ve beraber hareket etmenin güzelliğidir. Almanın ve vermenin ritmidir…

Doğu felsefesine ait sanatlarda karşıtların tamamlayıcılığı aşikârdır. Bazen iki uzakdoğu dövüş sanatçısını bu uyumun mükemmel bir örneğini sergilerken görürsünüz. Birbirlerinin ritmini dinleyerek yaptıkları her hareket nerede başlayacağını ve diğerine zarar vermeden nerede duracağını bilir. İki sanatçı çalışma halindeyken yin doğada olurlar ve bu doğa gereği koruyucu davranırlar. Aynı hareketler bir savaş meydanında yang doğalarını sergilediğinde ise yok edici olabilir.

Kadın ve erkek de buna benzer yaratıcı veya yok edici bir döngüde devinebilirler. Eğer doğalarını bilmezlerse döngü daha onlar ne olduğunu anlamadan yaratıcı olmaktan yok edici olmaya dönüşecektir.

Alıntı: Saba Melike Belkıs Doğar, Yaşam Gördüğünün Ötesinde

Fotoğraf: Saba Melike Belkıs Doğar





173- Diğer ‘Bir’ Yarı

22 06 2014

173

“Bugün kimliklerle o kadar kuşatılmış durumdayız ki değil içimizdeki kadını ve erkeği görmek kendi gerçeğimizi göremiyoruz. Kim olduğumuzu bilmiyoruz.

Ben ve Sen.

Kadın ya da erkek olmadığımızda “ben ve sen” olmaya başladığımızda yaratılışın bütünleşmek üzere var ettiği bu zıt çift kavuşamaz şekilde birbirinden uzaklaşır…

Bizler günlük yaşamda güzel bir ilişki özlemiyle uygun kişiyi ve eşi aradığımızı düşünürken, özümüzün doğası yaratılış çiftinden kopmuş olmanın ıstırabını yaşar…

Sürekli yarım dolaşan bir varlık…

Tamamlanamayan bir eksiklik…

Bu eksiklik olduğunda ve özündeki -diğer yarıya kavuşmak- isteği gerçekleşmediğinde, yaşanan ilişkiler de ya sonlanır ya da devam etse bile monotonlaşır.

Alıntı: Saba Melike Belkıs Doğar, Yaşam Gördüğünün Ötesinde

Fotoğraf: Saba Melike Belkıs Doğar





172- Zıtlıkların Kavuşumu

21 06 2014

172

“Kadın” demek ne demek? Fiziksel farklılıklarını kolayca sayabiliriz. Bunun dışında kadına atfettiklerimiz doğurganlığı, vericiliği ve tahammül gücü olur. Kadın kolayca dayanıklı ve fedakâr olur, ana kimliğine bürünür.

“Erkek” demek ne demek? Güç ve cesaret, korumak atfedilir erkeğe. Kolayca savaşçı olur, baba ve hükümran kimliğine bürünür.

Kadın ve erkeğin yin yang doğası bu zıtlığı çok güzel anlatır…

Kadın “yin”dir.

Yeryüzünde su gibidir.
Gökyüzüne çıktığında ay olur.
İçine alır ve büyütür. Yaşam verir.
Besler, gözetir.
Gizemlidir ve kapalı.
Sessizliktir.
Sevgidir…

Erkek “yang”dır.

Yeryüzünde dağ gibidir.
Gökyüzüne çıktığında güneş olur.
Nüfuz eder ve kuşatır. Yaşam verir.
Korur, gözetir.
Aşikârdır ve açık.
Sözdür.
Güçtür…

Kimlikleri tek tek soyup öze indiğinizde kadın ve erkeği yalınlığıyla görmek daha kolaylaşır.

Alıntı: Saba Melike Belkıs Doğar, Yaşam Gördüğünün Ötesinde

Fotoğraf: Saba Melike Belkıs Doğar