“Milyonlarca insanın taparcasına sevdiği büyük bir üstat hiç kimseyi kendisine öğrenci olarak kabul etmiyordu. Bütün yaşamı boyunca krallar, çok zengin insanlar, büyük dindarlar, büyük azizler geldiler ve onun müridi olmak istediler. Ama o herkesi reddetti. Her zaman “Sadece onu hak eden birini bulursam kabul ederim. Sadece ona layık olan birini bulursam kabul ederim. Sıradan tipleri müridim olarak almayacağım” derdi.
Onun için yemek yapan, giysilerini yıkayan ve pazardan sebze getiren genç bir çocuk vardı. Bu çocuk üstadın yanında yaşlandı ve yaşlanırken artık yüz yaşını geçmiş olan üstadın insanları reddedip durmasını izledi. “Öleceğim ama” diyordu üstat, “kimseyi müridim olarak kabul etmeyeceğim. Hak etmeyen hiç kimseyi…”
İnsanlar bir süre sonra yoruldular ve hayal kırıklığına uğradılar. Üstadı seviyorlardı, onun harika nitelikleri vardı ama onun bu inatçı tavrına anlam veremiyorlardı. Bu, onlara nezaketsiz ve şefkatsiz geliyordu.
Bir sabah yaşlı üstat, kendisi de artık çok yaşlanmış olan hizmetçisini uyandırdı ve dedi ki: “Koş ve çarşıya inip herkese de ki, müridim olmak isteyen varsa hemen gelsin. Çünkü bu akşam gün batarken öleceğim.”
Yaşlı hizmetçi “Ama layık olma konusu ne oldu? Kimin layık olup kimin olmadığını bilmiyorum. Kimi getirmem gerekiyor?” diye sordu.
Yaşlı üstat “Hiç endişe etme. O sadece bir araçtı. Aslında üstat olmayı hak etmeyen bendim. Ama bunu bu şekilde söylemek itibarımı düşürürdü. Bu nedenle diğer yolu seçtim. ‘Sadece yeterince hak eden, yeterinde layık olan birini bulursam müridim olarak kabul edeceğim’ dedim. Asıl layık olmayan bendim! Ama artık layığım! Bilincim ancak bu sabah gün doğarken mutlak zirveye ulaştı. Artık hazırım. Ama şimdi de zaman çok daraldı. Müritliğe kimin layık olduğu ve kimin olmadığı önemli değil. Şu anda önemli olan benim layık olmam. Git ve kimi bulursan getir! Git ve bütün kente ömrümün son gününde olduğumu haber ver. Ve kim mürit olmak istiyorsa hemen gelsin. Getirebildiğin kadar çok kişiyi getir!”
Hizmetçi şaşkınlık içinde kaldı ama tartışacak zaman yoktu. Koşarak çarşıya indi ve bağırmaya başladı: “Mürit olmak isteyen kim varsa gelsin, üstat hazır!”
İnsanlar inanamadılar. Ama bazıları merak ettiler ve “Ne olup bittiğini görmekten zarar gelmez” diye düşündüler. Adam bütün ömrü boyunca herkesi reddetmişti ve şimdi ömrünün son gününde böyle büyük bir değişim geçirdiğini mi söylüyordu? Bunu duyanlar arasında bulunan birinin eşi ölmüştü ve yalnız kalmıştı. “İyi bari. Madem layık olup olmadığına bakmadan herkesi kabul edecek, o halde gideyim” diye düşündü. Bir diğeri geçen gece hapishaneden salıverilmişti ve “Kimse bana iş vermeyecek. Bu bir aziz olmak için iyi bir fırsat” diye düşündü.
Böylece her tür garip insan yaşlı üstadın yaşadığı mağaraya toplandı. Hizmetçi peşine taktığı insanlar yüzünden utanç duyar haldeydi: Onlardan biri suçluydu, diğeri eşi öldüğü için yapacak daha iyi bir şey bulamamış bir adamdı. Bir diğeri iflas etmiş ve intihar etmek yerine böyle bir şey yapmanın daha iyi olacağına karar vermiş bir tüccardı. Diğerleri ise sadece merak ediyorlardı. Yapacak başka bir şeyleri yoktu. İskambil oynuyorlardı ve “Yarın da oynayabiliriz. Bugün oynamamak bir şey kabettirmez. Hadi gidip müritliğe kabul edilmenin ne demek olduğunu görelim” diye konuşup karar vermişlerdi. Üstat ne de olsa o akşam ölecekti ve mürit olsalar da olmasalar da gün batınca özgür kalacaklardı. İskambili yarına bırakmakta bir sakınca yoktu.
Üstadın hizmetçisi utanç içindeydi. “İhtiyar kendisine gelen bütün o kralları, azizleri, bilgeleri ve ağırbaşlılıkla gelen onca kişiyi reddetmişken nasıl olur da bu acayip tipleri karşısına çıkarırım? Şimdi bu tipleri mi mürit olarak kabul edecek?” diye düşünüyordu. Utanarak üstadın yanına gitti ve “Gelenleri içeri alayım mı? Onbir kişi var” dedi.
Üstat “Hemen gelsinler. Çünkü zaten saat öğleni geçti. Bu kadar zamanda sadece onbir kişi mi toplayabildin?” dedi.
Hizmetçi dedi ki: “Ne yapabilirim? Herkes işyerinde. Tatil günü değil. Sadece bunları bulabildim. Hepsi serseri gibi tipler. Onları ben bile mürit olarak kabul etmem. Sadece hak etmemekle kalmıyorlar, kesinlikle konuyla alakasız haldeler. Ama illa birilerini getirmemi istedin ve onlardan başka kimse gelmedi.”
Yaşlı üstat “Sorun yok” dedi. “Çağır gelsinler.” Ve ardından hepsini müritliğe kabul etti. Kabul edilenler bile şoktaydılar. Yaşlı üstada “Bu garip bir şey. Bütün yaşamın boyunca müritliğin hak edilmesi gerektiğinden bahsettin. İlkene ne oldu?”
Yaşlı üstat kahkaha attı ve dedi ki: “O bir ilke değildi. Sadece benim layık olmayışımı saklamak için uydurduğum bir şeydi. Üstat olabilecek konumda değildim. Ve kimseyi üstat gibi davranarak aldatamazdım. Bu yüzden insaları yargılar gibi görünmenin arkasına saklandım. Sadece layıksanız mürit olabilirsiniz dedim.”
Ve elbette hiç kimse layık değildi.
Çünkü herkesin kendine özgü hataları ve zayıflıkları vardır. Herkes yapmak istemediği şeyler yapmıştır. Herkes yoldan sapmıştır. Kimse tamamen saf ve temiz olduğunu söyleyemez. Herkes kirlenmiştir. Yaşlı üstat da bunu bildiği için kasten ısrar etti “Layık olana kadar geri gelme” deyip durdu. Ve kimse onunla bunu tartışmadı, çünkü haklıydı. Öncelikle layık olman gerekirdi!
Artık son gün gelmişti ve üstat onbir müridine dedi ki: “Sizleri kutsuyorum ve inisiye ediyorum. Layık olup olmamanız önemli değil. Çünkü yaşamımda ilk kez ben buna layık oldum. Ve ben gerçekten layıksam sadece burada hazır bulunmam bile sizi saflaştıracak ve temizleyecek. Artık sizin layık olmanıza göre hareket etmek zorunda değilim. Benim liyakatim yeterli.
Ben tıpkı bir yağmur bulutu gibiyim. Yağmuru her yere indiririm: dağlara, sokaklara, evlere, çiftliklere, bahçelere… Ben her yere yağmur gönderirim, çünkü kendi yağmurumla dolup taştım. Bahçenin yağmuru hak edip etmemesi önemli değil. Bahçelerle kayaları birbirlerinden farklı görmem. Sadece kendi bolluğumu ve bereketimi yağdırırım…”
…
Eğer meditasyonların seni yağmur bulutu haline getiriyorsa, içinde bulunduğun bolluk, sevgi ve şefkat nedeniyle yargılamadan affedeceksin.
Hatta layık olmayan insanların, layık olan insanlara göre affedilmeyi daha çok hakkettiğini söyleyebilirim. Hak etmeyen bir insan, aslında onu daha çok hak eder. Çünkü o yoksuldur. Ona karşı çok sert olmamak gerekir. Yaşam ona karşı sert olmuş, onu yoldan saptırmıştır. O, yanlış yaptığı şeyler yüzünden acı çekmiştir. Şimdi bir de sen ona karşı sert olma. O affedilmeyi, hak edenlerden daha çok hak etmektedir. Dindar bir kalbin bu konuya yaklaşımı böyle olmalıdır.
Ben bütün dünyayı, affediciliğimin mutlak ve yargısız olması nedeniyle affedebilirim…”
Alıntı: Osho, Ahlaklı, Ahlaksız, Ahlaküstü